Bielsa, Galatasaray'ın maçlarını izlerken, yönetim o arada İtalya Millî Takımı'nın başındaki adamla anlaşmıştı. Hikâyenin tuhaflığı buradan başlıyor.
YORUM | Onur Özgen @ozgenonur
Eylül 2013 - Temmuz 2014 arası Galatasaray için sportif açıdan başarılarla dolu bir dönem olarak geçmese de medyada oldukça göz önünde olduğu bir dönemdi. Önce Fatih Terim, başkan Ünal Aysal ile yaşadığı gerilimin ardından takımdan gönderilmiş, ardından tıpkı Mart 2001'de Fiorentina'da olduğu gibi Roberto Mancini bir kez daha Terim'in halefi olmuş (ilginçtir, Temmuz 2017'de de Mircea Lucescu'nun yerine Zenit'in başına geçmişti), sezon sonunda ise kendisine verilen sözlerin tutulmadığı gerekçesiyle istifa etmiş ve yerine İtalya Millî Takımı'ndaki görevinden ayrıldıktan iki hafta sonra Cesare Prandelli gelmişti.
Hatta aynı dönemde sarı-kırmızılı yönetim Marcelo Bielsa'ya da teklif götürmüştü. Son olarak Athletic Bilbao'yu çalıştıran ve daha önce verdiği bir demeçte İber Yarımadası'nın doğusunda çalışmayacağını belirten Bielsa, buna karşın Galatasaray'ın teklifini düşünmek için süre istemiş ve bu süreçte tam da ondan beklenileceği şekilde sarı-kırmızılıların bir önceki sezondaki tüm maçlarını seyretmeye başlamıştı. Fakat Bielsa, kendisine gelen teklifi ciddiye alıp Galatasaray'ı incelemekle meşgulken, yönetim Bielsa'ya haber bile vermeden Prandelli'yle anlaşmıştı. Bielsa da birkaç gün sonra Marsilya'nın teklifini kabûl etmişti.
Böylece Galatasaray, tarihinde ilk kez takımın başına peş peşe iki İtalyan antrenörü getirmişti. Daha popüler bir ifadeyle ise İtalyan ekolüne yönelmişti. Fakat Mancini ve Prandelli'nin birbirleriyle tek ortak yanı, aynı pasaportu taşımalarıydı (belki aynı sebepten dolayı şık giyindikleri de söylenebilir). Mancini kariyerinin büyük bölümünü daha büyük takımların ve bütçelerin başında geçirmiş, sonuç odaklı bir antrenörlük tarzını benimsemiş, Inter ve Manchester City'nin başında da - en azından yerel liglerde - bu hedefine ulaşmayı büyük ölçüde başarmıştı. Prandelli ise daha mütevazı takımları ve bütçeleri yönetmiş, İtalya'daki hâkim tarzın dışında hücuma ve estetiğe dayalı bir futbol tarzını savunmuş ve özellikle Fiorentina'da gösterdiği performansla Azzurri'nin başına geçecek kadar yükselmişti.
Walter Mazzarri, 2013'te verdiği bir demeçte, "Prandelli, muhtemelen İtalya'da Arrigo Sacchi'den bu yana onun fikirlerine bu denli yaklaşan ilk antrenör" demişti. Şu anda Sacchi'nin vârisi Maurizio Sarri olarak gösterilse de Prandelli ondan çok daha önce zihinlerde bu şekilde kodlanmıştı.
Ekim 2014'te ESPN' de yayımlanan Avrupa'nın en iyi 20 antrenörü listesinde zirvede Pep Guardiola yer alıyordu. Onu Jose Mourinho takip ederken, ardından ise Diego Simeone ve Jürgen Klopp geliyordu. Bu listeye 17. sıradan giren Prandelli için ise şu ifadeler kullanılmıştı: "Futboldaki en keskin taktik akıllardan birine sahip. Almanya'yı yenip beklenmedik bir şekilde İtalya'yı finale taşıdığı Euro 2012, Prandelli'nin takımını defalarca yeniden şekillendiren bir antrenör olduğunu gösteren bir turnuvaydı."
Dolayısıyla Prandelli, Galatasaray'ın başına geçtiğinde Avrupa'nın en gözde antrenörlerinden biriydi. Ve buna rağmen ilginç bir şekilde Avrupa'nın kıyısında kalmış bir ülke olan Türkiye'de çalışmayı tercih etmişti. Tıpkı Vicente del Bosque, Frank Rijkaard, Bernd Schuster ya da yerine geldiği Mancini gibi. Ama Prandelli'nin de çalışma şartları ve âkıbeti öncüllerinden farklı olmayacaktı. Üstelik Mancini'nin aksine İtalyanca dışında bir dil konuşamaması ve buna rağmen standartların çok altında bir tercümanla çalışması, Türkiye'ye gelen diğer yabancı antrenörlerden de fazla iletişim sorunu yaşamasına neden olacaktı.
Bir önceki sezon kulüp, tarihinin en kötü transfer dönemlerinden birini geçirmişti. Üst üste iki sezon şampiyon olmuş kadroya tam 14 transfer yapılmış ve yalnızca bonservis bedeli olarak 45 milyon euro harcanmıştı. 2014 yazında ise takımın bütçesi daha azalsa da yine çok kötü bir transfer dönemi yaşanmıştı. Daha çok yerlilere yatırımın yapıldığı bu dönemde Tarık Çamdal, Olcan Adın ve Yasin Öztekin üçlüsüne toplam 11 milyon 250 bin euro bonservis bedeli ödenmişti. Bu üçlüden Tarık belki de kulüp tarihinin en büyük fiyaskolarından biri olurken, verim alınabilen tek oyuncu ise Yasin olacaktı. Türkiye hakkındaki fikri oldukça sınırlı olan Prandelli'nin ise elbette bu transferlerde en azından doğrudan bir payı yoktu. İtalyan antrenör, Serie A'dan tanıdığı Blerim Dzemaili ve Goran Pandev'i Napoli'den ancak transferin son gününde kadroya dâhil ettirebilmişti.
Bu iki transferin ise Prandelli açısından özel bir önemi vardı. Kariyeri boyunca pek çok taktik formasyonu denese ve herhangi bir dizilişle anılabilecek bir antrenör olmasa da, İtalya'nın başında ağırlıklı olarak kullandığı 4-3-1-2, Prandelli'nin Galatasaray'da da öncelikle kullanmak istediği dizilişti. Fakat bunun için elinde merkez orta saha ve santrforda oynayabilecek yeterli sayıda oyuncu yoktu. Bu açıdan Dzemaili ve Pandev transferleri, Prandelli'nin kafasındaki dizilişi oynatabilmesi için anahtar bir role sahipti.
İtalya'da Andrea Pirlo, Daniele De Rossi, Claudio Marchisio ve Riccardo Montolivo'yla kurduğu dörtlü merkez orta saha hattını, Galatasaray'da da Felipe Melo, Dzemaili, Selçuk İnan ve Wesley Sneijder'la kurmaya çalışacaktı. Ancak ne savunma önündeki Melo geriden Pirlo gibi oyun kurabiliyor ne de sağ ve sol içteki Dzemaili ve Selçuk'un temposu De Rossi ve Marchisio'nun yanına yaklaşabiliyordu. Bek olarak kullanılan Veysel Sarı, Alex Telles ve Tarık Çamdal da hücumu genişletme görevini lâyığıyla yerine getiremeyince, içerde kazanılamayan Eskişehirspor ve Anderlecht maçlarının, dışardaysa kaybedilen Balıkesirspor maçının ardından Prandelli bu defa 3-5-2'ye dönmüştü.
İstanbul'daki Sivasspor maçında libero rolünde oynatılan Melo, stoperler Semih Kaya ve Aurelien Chedjou'nun arasına girmiş, kanatlar Veysel ve Tarık'a emanet edilmiş, Olcan ileride Burak Yılmaz'ın yanında ikinci forvet olarak oynatılmıştı. Forvet arkasındaki Sneijder ise Prandelli'nin ondan istediği gibi sık sık savunma önüne yaklaşıyor ve derin oyun kuruculuk rolünü üstlenmeye çalışıyordu. Galatasaray o maçı 2-1 kazanıp ligde derin bir nefes almıştı; ama aslında bu galibiyet, hafta içinde Londra'da karşılaşacakları Arsenal maçında gelecek felâketin bir habercisiydi.
Prandelli, Emirates'e de 3-5-2 dizilişiyle çıkmıştı. Sivasspor maçından farklı olarak Tarık'ın yerine Telles, Selçuk'un yerine Yekta Kurtuluş ve Olcan'ın yerine Pandev oynuyordu. Ama Melo yine iki stoperin arasındaydı ve Sneijder yine savunma önüne top almaya geliyordu. Kuşkusuz Prandelli bunu topa sahip olmaya dayalı oyun anlayışını takıma daha rahat uygulatabilmek için yapıyordu; ama sonuç tam anlamıyla bir felâket olacaktı. Hat-trick yapan Danny Welbeck, birbirinin kopyası olan ilk iki golünü Melo'nun arkasına çok kolay sarkarak atmıştı. İkinci yarıda Prandelli, yeniden 4-3-1-2'ye dönerek Melo ve Sneijder'ı kendi pozisyonlarında kullansa da sonuç değişmemiş ve Galatasaray rakibinin son yarım saatini bir kişi eksik oynadığı maçı 4-1 kaybetmişti.
Maçın ardından Prandelli, medya tarafından özellikle Melo ve Sneijder'ı pozisyonlarının dışında kullanması üzerinden yerden yere vurulmuştu. Aynı Prandelli, yıllar önce Melo'yu Fiorentina'da parlatıp 25 milyon euro'ya Juventus'a transfer olmasını sağlamıştı. Ama şimdi Türk medyası tarafından Melo'yu nasıl kullanacağını bilmemekle suçlanıyordu.
İtalyan antrenör o maçın ardından bir daha üçlü savunmayı tercih etmemişti. Medyanın baskıları sonucunda üçlü orta saha ve iki kanatlı klasik düzene geri döndüğü Kayseri Erciyesspor ve Fenerbahçe maçlarını kazanması hem kendisinin hem de takımın biraz kredi kazanmasını sağlasa da oyundaki yapısal sorunlar devam ediyordu.
Nitekim, Borussia Dortmund karşısında önce deplasmanda ardından içerde alınan dört gollü iki mağlubiyet daha, kısa süreli baharı yeniden kışa çevirmişti. O sezon kariyerindeki en kötü dönemini geçiren ve uzun süre boyunca Bundesliga'da küme düşme hattında kalan Dortmund'da Klopp, İstanbul'daki maçın ardından Türk futbolu hakkında kendisine sorulan bir soruya, "2008'den beri Dortmund'un başındayım. Ama başkanımız ve futbol direktörümüz Türk zihniyetine sahip olsaydı, sanırım şu ana kadar Dortmund'un başında kalamazdım" diye cevap vermişti. Sahiden de Klopp, çok kötü bir sezon geçirmelerine rağmen sezon sonuna kadar Dortmund'un başında kalmış ve sarı-siyahlıları taraftarların alkışlarıyla terk etmişti. Ama Prandelli'nin Galatasaray'daki günleri artık sayılıydı.
O dönemlerde kontratak odaklı bir futbol oynatan Abdullah Avcı'nın düzenli ve taktik sadâkati yüksek Başakşehir'ine karşı deplasmanda dört gollü bir mağlubiyetin daha alınması, ardından Ersun Yanal'ın ilk maçında içerde Trabzonspor'a 3-0 kaybedilmesi ve son olarak Anderlecht deplasmanında alınan 2-0'lık yenilgiyle kulüp tarihinin en kötü Şampiyonlar Ligi performansının sergilenmesi, Prandelli'nin Türkiye macerasının üç ayla sınırlı kalmasına neden olmuştu.
Sezon başında Aysal tarafından, "Dört ülkede bir takımımız olacak, her sene birini çalıştıracaksın" vaadiyle ikna edilen Prandelli'den bir ay önce Aysal da görevi bırakmış ve yerine sezon sonuna kadar vekâleten Duygun Yarsuvat başkan seçilmişti. Şimdi Prandelli de gitmişti ve onun yerine de tıpkı Yarsuvat gibi gemiyi limana kazasız belâsız yanaştırabilecek, hem kulübü hem de ligi tanıyan bir Türk antrenör gelmeliydi. Birkaç gün sonra ise Akhisarspor'un başında gösterdiği başarılı performansla dikkat çeken, ardından A Millî Takım'da Terim'in yardımcısı olan Hamza Hamzaoğlu göreve getirildi. İtalyan ekolü sona ermiş, bir yıl içinde yeniden Terim ekolüne dönülmüştü.
Göreve gelir gelmez öncelikle kendine sabit bir kadro oluşturmaya çalışan Hamzaoğlu, Prandelli'nin prensleri Dzemaili ve Pandev'den vazgeçip, takımın tecrübeli yerlileri Sabri Sarıoğlu ve Umut Bulut'a daha fazla süre vermeye başlamıştı. Ligin ilk yarısını klasik 4-4-2 dizilişiyle tamamlamış, ileride Burak - Umut ikilisini kullanmıştı. Kariyerinin en iyi zamanlarını Umut'la birlikte geçiren Burak'ın verimliliği bu sayede yine artmıştı. Prandelli döneminde ligde çıktığı on maçta dört gol atabilen Burak, Hamzaoğlu yönetiminde ise 4-4-2'nin hedef santrforu rolündeki ilk altı maçında yedi defa ağları sarsmıştı (biri Beşiktaş deplasmanında olmak üzere). Ligin ilk yarısındaki son yedi maçının altısını kazanan, birinden beraberlikle ayrılan Galatasaray'daysa ikinci yarı öncesinde işler kontrol altına alınmış gibi görünüyordu.
İkinci yarıdaysa Hamzaoğlu 4-2-3-1'den hiç vazgeçmemiş ve sakatlık ya da kart cezası gibi durumlar dışında bozmadığı on birinde istikrar yakalamayı başarmıştı. Savunma hattı büyük ölçüde Sabri, Chedjou, Hakan Balta, Telles dörtlüsünden oluşuyordu. Melo ise sakatlık geçirdiği dönem dışında savunma önündeki eski ekürisi Selçuk'a kavuşmuştu. İleri uçta Burak ve arkasındaki Sneijder'ın da yerleri garantiydi. Sadece her iki kanatta Yasin, Bruma, Umut ve Olcan arasında bir rotasyon uygulanıyordu. Bu rotasyonda sürpriz olarak sivrilen oyuncu ise Yasin olmuştu.
YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYIN!