Wenger, Arsenal için hem değişimin hem de statükonun bir parçası oldu. Yirmi iki yılın sonundaysa bir menajerden çok daha fazlası olmayı başardı.
YORUM | Onur Özgen @ozgenonur
Arrigo Sacchi, "Farklı çağlarda, futbolun gelişimine en çok etki eden takımlar hangileri?" sorusuna, "Bence üç takım var: Rinus Michels'in Hollanda'sı ve Ajax'ı, benim yönetimim altındaki AC Milan ve Pep Guardiola'nın Barcelona'sı" cevabını vermişti. Peki neden, Sacchi'nin de etkilendiğini bildiğimiz Arsene Wenger'in Arsenal'ı bu listede yer almıyor olabilir?
Sacchi, 1990'ların ilk yarısının ardından futbolun olması gerektiği kadar gelişim göstermediğini söyler. Wenger ise belki de futbolun 20. yüzyıldaki son büyük vizyoneriydi ve görüşlerini yenileyebildiği müddetçe bir sonraki yüzyılda da fark yaratmaya devam etti. 1996'da Arsenal'ın başına geçtiğinde, İngiliz futbolu taktiksel açıdan Avrupa'daki diğer büyük futbol ülkelerine göre hayli geri kalmış durumdaydı. Ama Sacchi, İtalyan futbolunu ve ardından oyunun kendisini nasıl değiştirdiyse; Wenger de İngiliz futboluna bu oyunun başka türlü oynanabileceğini gösterdi.
Başta Fransız yıldızlar olmak üzere yurt dışından getirdiği ve oynatmak istediği oyuna çok uygun olan oyuncularla, topa daha fazla sahip olan, alana hâkim olan ve çok hareketli - çok koşan değil - bir takım yarattı ve Manchester United'ın Premier Lig dönemindeki hegemonyasına meydan okumaya başladı.
Fakat Wenger'in başardığı en büyük şey, oyuncularının oyuna olan bakış açılarını ve yaklaşımlarını neredeyse bütünüyle değiştirmesiydi. Sacchi'nin Milan'da başardığı da buydu. Total Futbol'u Sacchi değil, Michels bulmuştu. Ama Michels'in Total Futbol'unu karşı presle buluşturan Sacchi'ydi. Oyuncularını o zaman için yeni olan bu bakış açısının doğruluğuna ikna etmişti.
O futbol anlayışı, zaten bir benzerini oyunculuk kariyeri boyunca Barcelona'da uygulayan Guardiola'yı da etkiledi ve topa sahip olmaya dayalı pozisyon oyununu, hıza dayalı geçiş oyunuyla birleştirdi. Ortaya da zekâ, beceri ve hızın bir arada olduğu eklektik bir Total Futbol anlayışı çıktı.
Ardınadn Guardiola bu anlayışı Premier Lig'e olağanüstü bir şekilde uyarladı; ama aslında yirmi yıl önce bunun ilk tohumlarını Wenger'in "Yenilmezler" unvanlı takımı atmıştı.
O takımın değerli parçalarından biri olan Ray Parlour, bunu şöyle açıklıyor: "Cruyff, Barcelona'nın başına geçtiğinde Hollanda stilini oraya götürdü. Arsenal da bu oyunda kendi tarzını yarattı. Arsenal'da oynadığımız 4-4-2'nin o tarza uygun olmadığını iddia edebilirsiniz. Ama dizilişin bir önemi yok ki. Wenger takımını sahaya hangi dizilişle gönderirse göndersin, felsefemiz Total Futbol'du. Her zaman hücum, hep beraber savunma. Oyunumuzdaki Hollanda felsefesi buydu, ama bunu yaparken Total Futbol'a kendi yorumumuzu da kattık."
Guardiola da Wenger'in bırakma kararının ardından yaptığı açıklamada bunu kabûl etti: "Premier Lig bugün Premier Lig ise, bunu Arsene Wenger'e, onun başardıklarına, vizyonuna ve futbola olan saygısına borçluyuz."
Peki neden Arsenal son yıllarını hayâl kırıklıklarıyla geçirdi? Çünkü yeni futbol düzeninde ne kadar başarılı olursanız olun, kendinizi sürekli kanıtlamak zorundasınız. Bunu da ancak görüşlerinizi yenileyerek yapabilirsiniz. Wenger bunu yapamadı ve oyuncularını yöntemlerine ikna edememeye başladı. Ardından yıldız oyuncular daha fazla başarı ve para vadeden yerlere gitmek istediler, Wenger önlerinde durmadı. Ama yerlerine eskisi kadar isabetli transferler de yapamadı. Hâliyle de Arsenal taraftarlarının hayal kırıklığının sesi her geçen zamanda daha gür bir şekilde duyulmaya başladı.
Wenger'in Arsenal kariyerindeki belki de en büyük hatası, oyunculara gereğinden fazla özgürlük tanıyan antrenörlük anlayışıydı. Sacchi ve Guardiola ise bunun tam tersini düşünüyor. Futbol tarihinin gördüğü en büyük obsesiflerden olan bu iki futbol adamı da takımlarını en ince ayrıntısına kadar planlamayı savunur. İkisi de senaryoya bağlı kalınmasını ister, Wenger ise doğaçlamadan yanadır.
Sacchi bunu şöyle açıklar: "Bertolt Brecht'in bir keresinde dediği gibi, eğer senaryo yoksa sadece doğaçlama ve dolayısıyla yüzeysellik vardır. On bir kişiden oluşan bir koro düşünün, aynı bir futbol takımı gibidir. On tanesi Aida operasını mükemmel bir şekilde söylerken, on birinci boşluğu görüp tamamen farklı bir şey söylüyor olsun. Nasıl bir ses çıkar hayâl edin."
Aslında Wenger de benzer şeyler söylüyor: "Benim için futbol takımı bir orkestradır. Aynı müzikten keyif alıyorlarsa, çaldıkları eserin kalitesi de artar. Hepsi Mozart veya Verdi çalmayı bilirler. Bilgi, hassasiyet ve dışarıdan gelen rehberlik de çok önemlidir. İşte ben de bunları sağlayan orkestra şefiyim."
Fakat Wenger'in orkestrasında son yıllarda hep kulağı tırmalayan bir ses vardı. Wenger o sesi bir türlü bastıramadı, çünkü orkestrasına şeflik etme tarzı buna müsaade etmedi. Ve o ses, Emirates müdavimlerini her geçen yıl biraz daha rahatsız etmeye başladı. Böylece Arsenal önce şampiyonluk yarışından, ardından Şampiyonlar Ligi hedefinden uzaklaştı.
Ama bir şeyden asla vazgeçmedi Wenger: Oyunun keyfini çıkarmak. Arsenal kazanma hissini kaybetse de daima eğlenerek oynadı ve taraftarlarına acı verdiği kadar, ilginç bir şekilde izleyenlere de keyif vermeye devam etti.
Wenger'in bırakma kararıysa, Arsenal'ın artık bir şeyler kazanma istediğinin ve bunun kendisiyle yapılamayacağının kabûlüydü. Ama Arsenal gelecekte de eğlenerek oynamaktan asla vazgeçmemeli ve bu mirası onlara bırakan Wenger'e her zaman minnettar kalmalı.
Y jenerasyonu olarak hayatın hemen her alanında olduğu gibi, futbolda da bir şeye kendini tam anlamıyla adayanlara ve bulunduğu yer için bir kişiden çok daha fazlası olabilenlere sık rastlayamıyoruz. Çünkü hayatı böyle yaşamıyoruz, hayat algılarımız ve değerlerimiz inanılmaz hızlı bir şekilde değişiyor, daha doğrusu erozyona uğruyor.
İşte Arsene Wenger, bu erozyona karşı durmaya çalışanlardandı. Kendi inançlarıyla başarılı oldu, başarısız olurken de inançlarından taviz vermedi ve belki de bu yüzden başarısız oldu. Kimileri bunu geri kafalılık olarak görebilir, ki Wenger de yaşadığı çağa ayak uydurabilenlerden biri değildi. Ama işte belki tam da bu sayede günümüzde neredeyse kimsenin yapamadığı şeyi başardı: Arsenal için bir kişiden çok daha fazlası oldu. Ve hep öyle kalacak.
İzlettiğin bütün güzellikler için teşekkürler Arsene.