Aşağıda belirtilen seçenekler aracılığıyla veya istediğiniz zaman çerez politikası sayfamızdan seçimlerinizi yönetebilirsiniz. Yaptığınız seçimler, bu tarayıcı için geçerli olacaktır.
Zorunlu Çerezler
İşlevsellik İçin Gerekli Olan Çerezler
Performans ve Analiz İçin Gerekli Olan Çerezler
Hedefleme ve Reklam Çerezleri

YORUM - 2017-18: Nerede kalmıştık?

-
YORUM - 2017-18: Nerede kalmıştık?
O sezon yeni bir meydan okumayla karşı karşıya olan Fatih Terim, günün sonunda ise kazanan taraftaydı. Tıpkı diğer meydan okumalarında olduğu gibi.


YORUM | Onur Özgen @ozgenonur  


Beşiktaş'ın 1992'de namağlup bir şekilde kazandığı üst üste üçüncü şampiyonluğunun kutlamalarında mikrofonlar takımın en golcü oyuncusu Feyyaz Uçar'a tutulur. "Feyyaz, bu senin kaçıncı şampiyonluğun?" diye sorar muhabir. "Beşinci şampiyonluk" der Feyyaz. Muhabir, "Peki önümüzdeki sene için neler düşünüyorsun?" diye sorunca da, "Altıncı şampiyonluk" diye yanıtlar.

Kazanmak için gereken zihin yapısı bir yanıyla bu kadar basittir, ama diğer yanıyla da oldukça zorludur. Çünkü tek odak, kazanma fikri üzerine olmalıdır ve üst üste kazanmanın getirdiği zihinsel zorlukla baş edebilmek hiç de kolay değildir. 2017 yazında Beşiktaş'ın yirmi altı yıl sonra elde ettiği ilk üst üste şampiyonluğun ardından da aklı fikri yeniden kazanmaktaydı. Bunun için şampiyon kadroya Pepe, Alvaro Negredo, Gary Medel ve Jeremain Lens gibi uluslararası yıldızlar dâhil edilmişti. Ama zaten yaşlanan kadroya, kariyerlerinin sonuna yaklaşmış dört oyuncunun daha katılması oldukça riskli bir karardı. Nitekim bu riskli kararın sonucunda siyah-beyazlılar, Şampiyonlar Ligi grubunu namağlup şekilde lider olarak bitirecek, ama aynı heyecanı ve tempoyu Avrupa dönüşlerinde Süper Lig'e taşıyamayan yaşlı kadrosuyla lig yarışında sezon boyunca gerilerde kalacaktı.

Önceki iki sezonda hep bir rakiple yarışan Beşiktaş'ın o sezon ise şampiyonluk için üç rakibi birden vardı; Aykut Kocaman'ı takımın başına geri getiren Fenerbahçe, Abdullah Avcı yönetiminde oyunun giderek geliştiği ve çok daha iddialı bir kadronun kurulduğu Başakşehir ve Igor Tudor ile birlikte köklü bir değişim sürecinin içine giren Galatasaray.

Aslında sarı-kırmızılıların bu değişimi, 2014-15 sezonunun sonunda gerçekleştirmesi gerekiyordu. Ama kazandıkları üç kupanın rehaveti yüzünden küçük rötuşlarla ilerlemeyi denemişler ve bu tercihlerinin sonucu olarak sonraki iki sezonda tarihlerinde ilk defa ligi üst üste ilk üçün dışında bitirmişlerdi. Bu yüzden Florya'da artık radikal kararların alınması zorunluydu.

Gereken adımları atmak ise bir önceki sezonun ortasında takımın başına geçen Tudor'a kalmıştı. Hırvat antrenörle anlaşamayan ve istenen verimin alınamadığı Bruma, 15 milyon euro karşılığında RB Leipzig'e gönderilmişti. Skor üretse de oyuna katkısı yetersiz olan Lukas Podolski, Japonya'ya transfer olmuştu. Ekürisi Tomas Ujfalusi'den ayrıldığı günden bu yana formu sürekli düşüşte olan Semih Kaya ise Sparta Prag'a gitmişti. Yine beklenen performansın alınamadığı bekler Luis Pedro Cavanda ve Lionel Carole, Standard Liege ve Sevilla'ya kiralanmış, Aurelien Chedjou ve Nigel de Jong da serbest bırakılmıştı.

Hepsinin haricinde Galatasaray'da bir dönemin sona erdiğini gösteren iki ayrılık olmuştu. Birincisi, sözleşmesi uzatılmayan ve Göztepe'yle anlaşan Sabri Sarıoğlu'ydu. Üst üste tam 15 sezon Galatasaray formasıyla lig maçına çıkan Sabri'den kulüp tarihinde sadece Bülent Korkmaz daha uzun bir seriye sahipti (17). İkinci radikal değişiklik ise elbette Wesley Sneijder'ın ayrılığıydı. Önce kadro dışı bırakılıp, ardından sözleşmesi feshedilen ve Nice'in yolunu tutan Hollandalı oyuncu, Galatasaray tarihinde kaleciler hariç en fazla lig maçına çıkan yabancı oyuncular listesinde diğer büyük solaklar Cevad Prekazi ve Gheorghe Hagi'nin ardından üçüncü sırada yer alıyordu, sarı-kırmızılılarda altı maça daha çıkabilseydi kendi kariyerinde de en fazla formasını giydiği kulüp Galatasaray olacaktı ve son üç sezonda Galatasaray'ın ligde attığı gollerin yüzde 23'ünü tek başına üstlenmişti.

Tüm bunların yanında taraftarların Sneijder'a olan düşkünlüğü de hesaba katıldığında, onun ayrılığına onay vermek ne kulüp ne de Tudor için kolay bir karardı. Ama bu aynı zamanda verilmesi gereken bir karardı; çünkü Sneijder'ın temposu artık günün standartlarının çok altındaydı ve Tudor takımın çok yüksek bir tempoda oynamasını istiyordu. Dolayısıyla kimileri bu ayrılığı Tudor'un yıldızlarla geçinemeyen kompleksli bir adam olduğu şeklinde yorumlasa da, asıl neden Tudor'un oynatmak istediği futbola Sneijder'ın hiçbir şekilde uymamasıydı.

Ve açıkçası oynatmak istediği futbola uygun bir kadronun kurulması açısından yönetimden gördüğü destek, Fatih Terim dışındaki hiçbir Galatasaray antrenörüne nâsip olmayan türdendi. Frank Rijkaard, Roberto Mancini ve Cesare Prandelli gibi çok daha kariyerli antrenörlere verilmeyen bütçeler, Tudor'un dirayetine teslim edilmiş ve sarı-kırmızılılar o sezon tarihinin en pahalı transfer dönemlerinden birini geçirmişti.

Dinamo Kiev'den Younes Belhanda, Sao Paulo'dan Maicon, Manchester City'den Fernando Reges, Sevilla'dan Mariano, West Ham United'dan Sofiane Feghouli, Swansea'den Bafetimbi Gomis, Osmanlıspor'dan Badou Ndiaye ve Karabükspor'dan Iasmin Latovlevici transfer edilmiş, aynı zamanda City'den "eski dost" Jason Denayer yeniden kiralanmıştı. Neredeyse tüm kadronun yenilendiği bu geniş çaplı transfer operasyonu ise Galatasaray'a 44,5 milyon euro bonservis bedeline mâl olmuştu.

Fakat pek çoğu oldukça geç yapılan bu transferlerin öncesinde Galatasaray büyük bir şok yaşamıştı. Sarı-kırmızılılar, Avrupa Ligi ön elemesinde İsveç'in adı sanı duyulmamış ekibi Östersunds ile eşleşmişti. Eşleşme öncesinde herkes Galatasaray'ın bu turu geçmesine kesin gözüyle baksa da, genç ve yenilikçi İngiliz antrenör Graham Potter'ın yönetimindeki Östersunds, her iki maçta da rakibine karşı büyük bir taktik üstünlük kurup turu atlayan taraf olmayı başarmıştı.

En azından o an için bu olayın büyük bir infial uyandırması, bir yanıyla elbette normaldi. Ama diğer yanıyla da fazla abartılıydı. Çünkü birincisi, Galatasaray o dönemde kadrosunu henüz oluşturamamış ve Östersunds sezona çoktan başlamıştı, dolayısıyla rakip daha hazırdı. İkincisi, Türk takımları tarihsel olarak Kuzey Avrupa takımlarına karşı hep zorlanırdı. Galatasaray da o güne dek İsveç takımlarıyla oynadığı beş Avrupa kupası maçında sadece bir galibiyet alabilmişti ve o da en son 1976'da AIK'e karşıydı. Üçüncüsü, Galatasaray o dönemde Avrupa'da zaten çok başarısız sonuçlar alıyordu. Sarı-kırmızılılar, Avrupa kupalarında 2014 başından beri 18 maça çıkmış ve bu maçların yalnızca birini kazanabilmişti (6 mağlubiyet, 11 beraberlik). Dolayısıyla büyük bir değişimin arifesinde bu kötü gidişatı hemen durdurabilmek çok kolay değildi. Dördüncü ve son olarak ise belki o an bunu kimse fark edememişti ama Östersunds gerçekten iyi bir takımdı. Nitekim Galatasaray'ın ardından iki ön eleme turunu daha geçmişler, tarihlerinde ilk defa ulaştıkları grup aşamasında da Athletic Bilbao, Hertha Berlin ve Zorya Luhansk'ın önünde lider olmuşlar, bir üst turda eşleştikleri Arsenal'a elenseler de Londra'daki rövanş maçında elde ettikleri galibiyetle büyük bir zafer daha elde etmişler ve o sezon belki de turnuvanın en sürpriz takımı olmuşlardı.

Fakat elbette o an kimse bunları düşünecek durumda değildi. Galatasaray tarihinde ilk kez temmuz ayında Avrupa kupalarından elenmişti ve Tudor bu skandalın hesabını vermeliydi. Bu yüzden maçtan sonraki basın toplantısında yaklaşık yarım saat boyunca "dayak yemişti". Galatasaray'ın büyüklüğünün farkında olup olmadığı ya da bu yenilgiyi onun kadar normal karşılayan birinin olup olmadığı gibi retorik soruları büyük bir sabırla yanıtlamış ve "Bunun bir bedeli olmalı" gibi yargılarla karşılaşmıştı. Yine de kendinden emindi Tudor. "Göreceksiniz," demişti. "Galatasaray, çok iyi bir takım olacak."

Ve gerçekten de kısa süre içinde takımın bütün çehresi değişmiş, Östersunds faciasından tam bir ay sonra, ligin ilk maçında Kayserispor'a karşı bambaşka bir takım sahaya çıkmıştı. Yenilenen kadro ilk defa o maçta birlikte oynamış ve Tudor'un geldiği günden beri beklediği şeyleri sahaya taşımayı başarmıştı; yüksek tempo, önde baskı ve direkt hücum.

YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYIN!

Kaynak: GOAL.COM